top of page
Ara

Sosyal Demokrasi'nin İktidar Sorunu

Yazarın fotoğrafı: Bülent GürsoyBülent Gürsoy

Öncelikle, bu yazımı yazmama vesile olan, Sosyal Demokrasi Derneği’nin Muğla Temsilciliği Yönetimini, üyelerini, yol arkadaşlarımızı ve değerli Muğla dostlarını selamlayarak başlamak istiyorum.


Yönetimin içtenlikli emeklerinin, yayınlarının, Muğla’nın düşünsel yaşamına önemli düzeyde katkısı olacağına inanıyorum.


Bu anlamda, ilkini çıkardıkları dijital dergi için yazdığım bu yazımda doğal olarak sosyal demokrasiden bahsederek bir başlangıç yapmak istedim. Ancak bunu en basit anlatımla ve günümüz pratiğiyle yapmaya çalışacağım.


Sosyal demokrasiyi, derinlemesine kavramlara ve tarihine girmeden, sıkmadan anlatmak gerekirse, modern anlatımla; kapitalizmin yarattığı sorunları özgürlükçü demokrasi içerisinde gidermek üzere tasarlanmış bir düşünce sistemi, felsefe, kimilerine göre de ideoloji olarak tanımlayabiliriz.


Bu noktada, sosyal demokrasinin, ‘kapitalizmin sorunlarını gidermeye çalışırken geliştirdiği’ kavramlarından da kısaca söz etmek gerekir ki bunlar; eşitlik, özgürlük, adalet, dayanışma, hak, hukuk.. yine, devlete dair; hukuk devleti, sosyal devlet.. işleyişe dair; şeffaflık, hesap verebilirlik.. yönetimsel açıdan, çoğulculuk.. emekçiler için; örgütlenme, sendika, grev hakları, vb. daha birçok kavram.


Farklı bir değer olarak ayırıyorum, en temel kavramlarından biri de ‘fırsat eşitliği’ kavramı.

Şimdi bütün bu kavramlar içerisinde gerçekçi bir yaklaşımla, ne yaşıyoruz, ne anlatıyoruz, ne yapıyoruz, ne becerebiliyoruz diye bakmak istiyorum.


Sorular, basının temel yöntemi olan 5N1K’ya benzedi, öyleyse 4N1B irdelemesi yapalım biz de.

Latifeyi bir kenara bırakırsak, bir tespitle başlayalım:


Halkın, insanların, milletin sorunları nedir, bu sorunlara nasıl çözümler üretebiliriz, bunu insanlara nasıl anlatabiliriz, nasıl inandırabiliriz diye bir kaygımız olmalıydı bugüne kadar.


Kaygımız oldu.


Ama bunları anlatabildik mi emin değiliz.

Niye emin değiliz.


Çünkü Türkiye'de sosyal demokrasiyi savunduğunu iddia eden partiler oldu geçmişten bu yana.


Yüz yıllık bir partimiz var: Cumhuriyet Halk Partisi.

Esasta kurucu parti, kuruluşundan bir dönem sonra ‘ortanın solu’nu seçmiş, bu geçişle sosyal demokrasiyi benimsemiş, bunu anlatmaya çalışmış bir parti.


Halen bu partimiz varlığını sürdürüyor. Diğerleri ise sisteme giriş çıkış yaptılar. Darbelerden kaynaklı sorunlar oldu vesaire.


Şimdi önümüze bakacak olursak elimizde kurucu parti Cumhuriyet Halk Partisi var ve sosyal demokrat olduğunu iddia ediyor. Bu politikalarla da iktidara gelmeye çalışıyor.


Peki, gelebiliyor mu..

Niye gelemiyor..

Aslında Soru bu..


Yani biz sosyal demokrasiyi savunuyoruz, kendi başımıza da baktığımızda, halka da anlattığımızda aslında çok güzel bir sistem ama inandıramıyoruz gibi bir durum var.


Niye inandıramıyoruz..


Şimdi ‘niye inandıramıyoruz’un temelinde aslında diğer sosyal kavramların dışında, ekonomiyle ilgili olan sorunlar var.


Aslında biz sanırım insanların, halkın yapısını çözümleyemiyoruz, analiz edemiyoruz.


En başta sosyal demokrasiden bahsettiğimde, kapitalizmin yarattığı sorunları çözmek üzere tasarlanmış bir düşünce sistemi olarak anlattım.

Normalde, devrim yoluyla sistem değiştirme ve sosyalizm temelinden harekete geçen ama kapitalizmin belli bir döneminden sonra, ‘madem bu gerçekle yüz yüzeyiz, bu gerçeğin sorunlarına eğilelim’ düşüncesi üzerinden gelişen bir hareketle bugüne getirilmiş bir sistem.


Peki, bu sorunları giderebiliyor muyuz?


Şimdi milleti anlayamıyoruz deme sebebim şu: İnsanlar bu kapitalist sistemde yaşamaya aslında alışmışlar, benimsemişler.


Farklı bir sisteme geçmeye de cesaret edemiyorlar.

Çünkü var olan şey, o istikrar denilen şey, muhafazakârlık denilen şey aslında korumacılık yani mevcudu koruma.


Bunun üzerinde duruyor halk, çünkü değişimin ne getireceğini bilemiyorlar.


Yani ‘daha çok şey elde edelim derken her şeyi kaybedebilir miyiz’ korkusu içerisindeler.

Bunu açıklayabilmek için geçmişteki bir yaklaşımımı aktarmak istiyorum:


Otuz yıl öncesinde Sosyal Demokrat Gelecek, Sosyal Demokrasi İçin Genç Gelecek adlı dergiler çıkarmıştık.


Herhalde ilk yazımdaydı ve o yazımda şöyle anlatıyordum;


Sol insanlara diyor ki, hepinizin bir evi olacak ve 40 metrekare, hepinizin bir arabası olacak ve Murat 124 (o dönemde, ‘Hacı Murat’ dedikleri araba.)

Bundan ötesi bir hayal zaten yok.


‘Peki, ne zaman?’ diyor karşındaki halk..

Bin yıl sonra.

Niye..

Çünkü hepimiz eşit olacağız (bin yıl sonra böyle olacak).


Öbür taraftan Menderes diyor ki ‘her mahallede bir milyoner yaratacağım’.

Ne zaman..

Hemen.


Ya, mahallede on bin kişi var ama ‘bir tane milyoner’ olacak.

Evet, yaratıyor da ve öbür 9.999 kişi bir sonraki için diyor ki ‘o ben olabilirim’.


Bunun olma ihtimali yok.


O bir sistem içerisinde kendi adamlarına yarattıkları bir güç.


Bir tane örnek yaratıyor, herkes kendini o örnekte buluyor.


Yani hep böyle bir, ‘sistemden pay alma durumu’ var.


Aslında orada bir ‘ahlak beklentisi’ de yok.

Ahlaka dayalı bir sistemde; çalışarak, üreterek, bilgiyle, akılla vesaire ortaya koyduğu kadar bir pay alma derdi yok: “Bir an önce o büyük payı alayım, ben de sınıf atlayayım, başka bir boyuta geçeyim.. Ben de içlerindeyim ama geri kalan çok da önemli değil.. Hepimizin umudu var..”


Hep birlikte oraya oynuyorlar.


Böyle olunca da sosyal demokratlar ve anlatılabildiği kadarıyla sosyal demokrasi, o insanlara çok bir şey ifade etmiyor.


Sosyal demokrasi adını koymasa bile CHP ve temsil ettiği sol bunu bir dönem, ‘ortanın solu’ kavramıyla yaptı.


Nasıl yaptı..


Kırdan kente göç dalgası vardı, kentlere büyük ve kitlesel bir göç oldu. 


Göç eden insanlar, devletin hazine arazileri üzerine kondular. Gece vakti gizlice konmaları için de solcular onlara yardım ettiler. Geceleri kondukları yerlerde ‘gecekondu’larına yerleştiler, solcu insanlar tamamıyla idealizmi ile o insanlara; halkçılık, toplumculuk, ne derseniz deyin, yardım ettiler; gece gündüz tuğlalarını taşıdılar, duvarlarını ördüler, çatılarını kapattılar, ilerleyen zamanlarda yollarının yapımına katkı koydular, elektriklerinin sularının bağlanmasına katkı koydular.. 


Sol bunları yapınca, bir dönem o kitle içerisinde, kendilerine katkı koyan bir yapı olarak destek buldu.


O dönem dünyada gelişen bazı hareketler ve bunların Türkiye’deki yansımaları da buna sebep oldu belki.. 


Solcu gençler idealizmle her şeyi yaptılar.


Sonra ne oldu..


Özal geldi, o insanlara tapu tahsis belgesi verdi, hepsi mal mülk sahibi oldular ve ‘bu solcular da çok fena adamlar’ demeye başladılar ‘bunlardan da bir şey olmaz, paraları yok, pulları yok, bir işe de yaramazlar’ dediler.


Özal, ‘zengini severim’ derdi o zamanlar, artık Özal’ı sevenler, ondan yararlananlar da zengini seviyorlardı. 


Niye.. 

Ortam öyle, sistem öyle..

Seviyorlar..


Artık o insanlara bir şey veremiyoruz, o dönem yaptıklarımızı da yapamıyoruz.


Bir başka taraftan da ele alacak olursak, 

Bugüne kadarki süreçte, CHP taraftarları hep devlette; bürokraside, memuriyette oldular, geçmişteki kurtarıcılarımız vesilesiyle askerin polisin belki en üst düzeylerinde görev aldılar, ama altında hiç olmadılar; subaylar, çavuşlar kısmında neredeyse hiç olmadılar, valide emniyet müdüründe oldular ama polis memurunda pek yer almadılar, okuyan yazan çizen eğitim düzeyi yüksek bir kitle oldukları için yargıda bir miktar oldular.

Sonuç itibarıyla görev aldıkları pozisyonlar; bürokrasi, memurluk ve yargı oldu.


Ticarette nerede oldular..


Geçmişin, tek parti döneminin zaten var olan; çiftçisi, köylüsü, o dönemin küçücük sanayisinin bir kısım sanayicileri, bir miktar esnaf, eşraf, kentin para kazanmış olan, devletin gücünü bir şekilde kendinde hissetmiş insanlar bir dönem Halk Partili oldular.


Sonra ne oldu..


Esnaf yok, çiftçi yok, sanayici yok, tüccar yok, turizmci yok şu yok bu yok..


İstisnalar genel durumu değiştirmiyor. Tek tük olanları var saymayalım. İşlerini iktidarla yürütmek zorunda oldukları için dengeli davranmak zorundalar, CHP’li görünmekten bile korkar durumdalar.


Onları saymazsak, saydığım yapıların örgütlerine bakarsanız ekonomi alanlarında CHP hâkimiyeti olmadığı açıkça görülür.


Belki bilişimciler içerisinde varlar ama onlar da başka dünyadalar, bu dünyada değiller. Bir anlamda, siyasetin uğraştığı dünya işlerinde yoklar.


Dolayısıyla, yok..


2016-17’lerde CHP içerisinde, genel merkez yöneticileri ile temas halinde, ‘bir şeyler yapılmalı’ diye çabalar harcadım, bu sorunu anlatarak çözümler üretilmesi için önerilerde bulundum.

Siyasi yapıların bir şekilde ekonominin içinde yer aldıklarını anlattım:


Geçmişin ANAP’ı, Doğru Yol’u, sonrasındaki AKP’si, daha önceki Demokrat Parti’si..


Biri sanayicide, biri tüccarda, biri ihracatçıda var.

Erbakan’ın MSP’sinin temsil ettiği muhafazakâr kesimler; esnafta var, çiftçide var..


Ticaretin içerisinde yer alıyorlar ve örgütlenmesine de hâkimler.


Bakıyoruz, Milliyetçi Hareket Partisi’nin çek senet mafyası var. Sanayide, tarlada, üretimde, esnafta yoklar, okumuş yazmış adamları da fazla olmadığından yapacak bir şeyleri de yok, sokağa hâkim olup önemli de bir maddi büyüklüğü ellerinde tutuyorlar. Onların da güçlü bir düzeni var, bir ekonomisi var.


Doğu Perinçek’in İşçi Partisi, şimdiki Vatan Partisi’ne bakıyoruz, binde ikilik oyuyla ulusal ve uluslararası alanda ticari örgütlenmeleri var. Hepsi bir yana, yaşayan ve günden güne güçlenen bir televizyon kanalları var, Ulusal Kanal.  


CHP’ye bakıyoruz, ekonomik sistemde ‘şu alanda CHP inanılmaz örgütlü’ diyebiliyor muyuz..

Hayır..


Böyle olunca CHP açısından şu net hükümde bulunabiliyoruz: Ekonominin içinde yoksun.


2016-17’de bunları anlatarak dedim ki “Ekonominin içinde olmayan bir parti iktidar o-la-maz..”


“Ya bu işi çözeceğiz ya da bu işten vazgeçeceğiz. İktidar olma hevesinden vazgeçeceğiz.”


Peki, durum ne..


CHP’nin her zaman, toplamda, inanmış bir yüzde 25’i var; Atatürk, Cumhuriyet değerleri, laiklik, çağdaşlık vb. nedenlerle bu korunuyor. Ancak bu rakam, iktidar olmaya yetmiyor.


CHP kitlesi; ekonomik olarak gerilemiş olsa da halen ayakta duran, hayatını sürdürebilen bir kitle. Ekonomik gerilemesi devam ederse, bir tık daha gerilerse, çocuklarından itibaren bu kitlede de kayıplar olma ihtimalini düşünmek gerekiyor.

Fazla büyük beklentileri olmayan, halen hayatını sürdürebilecek kadar yaşamını sürdüren, çoluğunu çocuğunu okutan, yazmaktan çizmekten okumaktan tatmin olan, lüks beklentisi olmayan bir kitle var, yerinde duruyor. Niye.. Yaşam değerleri açısından, bunu korumak için.. Ama bunun bir tık üstüne çıktığında, insanın ihtiyaçları bakımından baktığında, o ihtiyaçlar bir gün baskın gelirse, o kitle de terk eder seni. Hiçbir zaman tamamı terk etmez ama o kitleden de kopuşlar başlar.


Bütün mesele ihtiyaçlar meselesi.


Halk ne yapıyor..


Esasta halkın geneline bakmak lazım..

Halka baktığımızda, halk ihtiyaçlarını nereden karşılıyorsa oraya akıyor, oraya yöneliyor.

AKP, iktidara geldiğinden beri, insanımızı ‘yoksullaştırarak yönetme’ peşinde.


Belli bir yoksul tabanı zaten din iman zerinden tutuyordu, onlara bir miktar da kaynak sağladı ve aktardı, orta kesimden aldı onlara verdi, orta kesimden aldı yukarıdaki yandaşlarına verdi, yukarıda kendi; tröstlerini, tekellerini, zenginlerini yarattı. Beşli çete olarak simgelediğimiz ama 15’li, 45’li, 105’li bir yapı yarattı.


Özetle, alta bir şeyler dağıttı, üstte bir güç yarattı, ortada da sistemi değiştirip gün sonunda kendi istediği sisteme getirecek kadar bir yapıyı da çıkar ilişkileriyle elinde tuttu, tutuyor.


AKP’de olan herkes için, bizim AKP’yi yaftaladığımız gibi ‘din devleti kurmaya çalışan, dinci bir yapıda’ diyemeyiz. Son oyları yüzde 30-35’lerde ise bunun belki 15’i öyle düşünse bile 20’si halen orta kesimdeki işbirlikçilik yapanlar. Niye işbirlikçilik yapıyor.. İşinin, gücünün devam etmesi, çoluğunu çocuğunu geleceğe taşıyabilmesi için.

Biz onlara, anlatabilirsek mevcut yaşamının eksilmeden süreceğini, gösterebilirsek bunu yapabileceğimizi, kanıtlayabilirsek becerebileceğimizi, dönebilirler, gelebilirler.

Ama anlatamıyoruz bir türlü.


Şimdi,


‘Sosyal Demokrasi nedir’ diye pratik bir tanımlama ile neyi anlatmamız gerektiğine bakacak olursak,

Otuz yıl öncesinden beri anlattığım bir tablo var:


Zihnimizde bir A4 sayfası oluşturalım, yatay çizgilerle 10 şeride bölelim, her biri yüzde onu temsil etsin ve bu bölümler dâhilinde toplumun, sosyal demokrasi kavramları ile nasıl yönetileceğini değerlendirelim.


En alt kesimdeki insanlar; tembel olabilir, şu ya da bu nedenle kafası çalışmıyor olabilir, hayattan umudu yoktur, bir şey yapamıyordur; araçları yoktur, becerisi yoktur, yardımcı olan yoktur, destek olan yoktur, kısaca her türlü ihtiyaç sahibi ama bir şey yapma şansı olmayan insanlar olabilirler.


Sosyal demokrat da yönetim, bu insanlara; başını sokacağı bir yer sunarak; karnını doyuracak, üstünü başını giydirecek olanakları sağlamak zorunda.

Bu kesimden hiçbir şey beklemiyoruz.


Bütün yukarıdakilerle birlikte diyoruz ki bu insanlara biz sahip çıkacağız..


‘Bekleyin, bin yıl sonra eşit olacağız, siz de rahat edeceksiniz’ demeyeceğiz.


En altın üzerine doğru çıktıkça, belki bir 10’luk kesimde daha geçiş politikalarıyla, sosyal demokrasinin ‘dayanışma’ kavramı ile insani uygulamaları ortaya koyacağız.


Orta kesime geldiğimizde ki bu kesimi 7 kademeli bir kesim olarak görebiliriz, toplumun yüzde 70’lerine varan bir kesim. Bu kesimde sosyal demokrasinin ‘fırsat eşitliği’ kavramı öne çıkıyor.

 

İster alttaki iki şeritten geçmek isteyenler için isterse orta kesimdeki 7 şeritteki herkese; 

“Eğitim mi almak istiyorsun, ücretsiz eğitimini ben sonuna kadar devlet olarak sana sağlamalıyım, üniversite eğitimi dâhil..” diyeceğiz.


“Sağlık sorunun mu var, ben seninle sonuna kadar ilgilemek zorundayım..” diyeceğiz..


“Bir becerin mi var; ister akademik, ister ticari, ister başka bir şey. Akademisyen olmak istiyorsan; araştırmalar, bilimsel çalışmalar, önünü açıyorum, sana destek veriyorum. Üniversitelerini böyle modelliyorum. Esnaf mı olacaksın; bismillah ben geldim esnaf olacağım diyorsun, ‘ne iş yapacaksın’ diyorum, şunu yapacağım diyorsun, belli bir planlama ile de yönlendirerek, ‘ne kadar lazım’ diyorum, örneğin 500 bin lira diyorsun, 500 bin lirayı cebine koyacağım, diyeceğim ki buyur yap.


Yaptın becerdin, diyeceksin ki bana 3 milyon lira da ha lazım işimi büyüteceğim, ‘tamam al büyüt’, ama her seferinde desteklemeye devam. Ne kadar.. Becerdiği sürece. Beceremedi, yapamadı, sosyal demokrat yönetimin sana sunduğu fırsatını kullanamadın ‘geçmiş olsun’.. İster burada oyalan, ister aşağıya düş. Düştün, düştüğün yerde tutarım. En alta düştün, besleyerek giydirerek, barınmanı sağlayarak sana sahip çıkarım.” diyeceğiz.


“Başarabilenlerden bir başkası geldi, ‘daha büyük bir şey yapacağım, iş kuracağım, sanayi tesisi açacağım, bilişim sektöründe ilerleyeceğim, aklım, fikrim, projem, ekibim var’ dedi. Değerlendireceğim, gördüm ki becerisi var, organizasyon yeteneği var, ‘know-how’ı var. Tamam, gerekeni yapacağım, arsaydı, paraydı puldu.. Nereye kadar.. Becerdiği yere kadar.”


“Orta kesimde herkes, okuyor, yazıyor çiziyor, iş kuruyor, işini büyütüyor, bir şey üretiyor, artı değer yaratıyor, vergisini veriyor, küçülürse aşağı iniyor büyürse yukarı çıkıyor.. Devlet vergilerle; yollar, köprüler, barajlar yapıyor, elektrik üretiyor, sulama yapıyor, savunma sitemlerini kuruyor, çağı yakalamaya çalışıyor, kentsel hizmetler yapıyor, güzel.. Dinamik bir toplum.”


Geldik yukarıya,


“En üst şeritte, devletlerin dünya sistemi içerisinde rekabet edebilmeleri için, gerçekten çok büyük şirketlere ihtiyacı var. Biz eskiden devlet şirketlerini savunmuştuk ama olmuyor. Hantal oluyor, başka sorunlar doğuyor.”


“Koç gibi, Sabancı gibi, Eczacıbaşı gibi şirketler olabilir. Ben bunlara hiçbir zaman karşı olmadım. Bir iş insanı, ürettiğinden elde ettiği parayı; yat, kat, bar, pavyonda harcamıyorsa, kumar masalarında bırakmıyorsa, sorun yok. Bir insanın sabahtan akşama kadar yiyebileceği içebileceği ne olabilir ki.. Saçma sapan yaşamıyorsa çok faza bir şey olma imkânı yok. Gerisi ekonomi alanına akıyor, dönüyor sürekli ekonomi içinde. Ben iş insanlığı yaptım, o parayı cebine atamıyorsun; işçine veriyorsun, teknolojine harcıyorsun, Ar-Ge harcamaları yapıyorsun, işini büyütüyorsun, sürekli ekonominin içinde kalıyorsun.”


“Burada da böyle yapılar oluşturup büyüttün. Bu yapılara ortadan yukarıya geçiş de her zaman mümkün ve desteklenme durumunda.”


“Şimdi sorun ne.. Buraya geçenlerin buranın altındakileri, orta kesinden yükselenleri; ezmesini, baskılamasını önlemek.”


“Bunu önleyecek düzenlemeleri de kurduğunda ki burada da sosyal demokrasinin ‘hukuk ve adalet’ kavramları devreye giriyor, o zaman sosyal demokrat bir yönetim biçimi tam olarak yaşama geçmiş oluyor.”


İşte halka anlatmamız gereken tablo bu..


Bunu anlatabilir ve gerçekleştirebileceğimize inandırabilirsek, o gün bir ‘sosyal demokrat iktidar’ın kurulması kaçınılmaz olacaktır.


Eşit, özgür, adil bir düzende yaşayacağımız, 

Aydınlık, çağdaş bir Türkiye hedefine ulaşmak dileğiyle.


Önceki Bir Programdan Video


'Sosyal Demokrasi Gündemi' programında Cumhuriyet Gazetesi Ankara Ofisi'nde SDD Genel Sekreteri Muratcan Işıldak ile 'Sosyal Demokrasi'yi konuştuk. 18.12.2023



 
 
 

Commentaires


bottom of page