top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıBülent Gürsoy

SODEP HP SHP DSP CHP ve MEMLEKET



Başlarken

1994 seçimlerindeki tarihsel dönemeci anlatacağım ama öncesindeki 10 yıllık süreçten bahsederek 1994 yılına nasıl gelindiğini hatırlatmak gerekiyor diye düşünüyorum.


Tarihsel Süreç

12 Eylül 1980 müdahalesi sonrası ülkedeki tüm siyasi faaliyetler yasaklandı. Büyük gözaltılar, siyasi davalar yaşandı. Bu arada yeni anayasanın hazırlıkları da sürüyordu. Nihayet 7 Kasım 1982'de anayasa halkoyuna sunuldu ve %91,3 oyla anayasa kabul edildi. Aynı oylamayla MGK ve Devlet Başkanı Kenan Evren de cumhurbaşkanlığına seçildi. Seçimlerin 6 Kasım 1983'te yapılacağı açıklandı ve 1983 ortalarında siyasi faaliyetler serbest bırakıldı. Ancak Millî Güvenlik Konseyi'ne (MGK), “siyasi partiler kurulurken, kurucularını veto etme yetkisi” verildi.


Bu dönemde, kapatılan Cumhuriyet Halk Partisi'nin tabanına hitap eden iki parti kuruldu. Bunlardan biri Necdet Calp liderliğindeki Halkçı Parti (HP), diğeri ise Erdal İnönü liderliğinde kurulan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) idi. Bu iki partiden esas CHP kadrolarını barındıran SODEP, MGK'nın kurucularını sürekli veto etmesi nedeniyle MGK’nın 99 sayılı kararı uyarınca onaylanmış 30 kurucu üyeyi tamamlayamadığı için 6 Kasım 1983 seçimlerine katılamadı.





HALKÇI PARTİ – HP

Halkçı Parti 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra başbakanlık müsteşarlığı yapan, CHP'nin eski genel başkan İsmet İnönü'nün de özel kalem müdürlüğünü yapmış olan Necdet Calp ve arkadaşları tarafından 20 Mayıs 1983'te (merkez sol parti olması amacıyla) kuruldu, Necdet Calp partinin genel başkanı oldu.





SOSYAL DEMOKRASİ PARTİSİ – SODEP

Sosyal Demokrasi Partisi, 12 Eylül Darbesi'nden sonra 1983'te siyasi faaliyetler serbest bırakılınca, kapatılan CHP tabanını sahiplenmek için, 6 Haziran 1983 tarihinde Prof. Dr. Erdal İnönü tarafından kuruldu. Ancak Millî Güvenlik Kurulu’nun kurucuları sürekli veto etmesi nedeniyle parti ancak 8 Eylül 1983'te kurucularını tamamlayabildi. Parti, 6 Kasım seçimlerine katılamadı ve partinin ilk genel başkanı Erdal İnönü veto edilince yerine Cezmi Kartay genel başkan oldu.


Ancak MGK'nın veto yetkisi kalkınca 17 Aralık 1983’te İnönü genel başkanlığa getirildi.





1983 GENEL SEÇİMİ

6 Kasım 1983 genel seçimlerinde HP toplam 5,277,698 oy (yüzde 30.46) alarak 400 kişilik TBMM'de 117 milletvekilliği elde etti ve ana muhalefet partisi durumuna geldi. ANAP %45 oy aldı.


1984 YEREL SEÇİMİ

ANAP'ın kazandığı 25 Mart 1984 yerel seçimlerine bu defa SODEP ve DYP de katıldı. SODEP aldığı yüzde 23,15 oy oranı ile ANAP'ın ardından ikinci oldu. Halkçı Parti'nin tabanı eridi ve CHP oylarının SODEP'te toplanacağı anlaşıldı.


BİRLEŞTİRME ÇABALARI

13 Nisan 1984'te toplanan SODEP 1. Küçük Kurultayı'nda Genel Başkan Erdal İnönü solda tek çatının şart olduğunu söyledi. Temmuz ayında SODEP lideri İnönü ve HP lideri Necdet Calp birleşme konusunda prensip kararı aldılar. Aydın Güven Gürkan 1985'in Haziran ayında Halkçı Parti genel başkanı seçildi ve birleşmeden yana olduğunu açıkladı. Gürkan, birleşmeye (14 Kasım 1985’te son CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit tarafından kurulacak olan) Demokratik Sol Parti'nin (esasta Ecevit’in) de dahil olmasını istedi ancak ret cevabı aldı.





SOSYALDEMOKRAT HALKÇI PARTİ – SHP

26 Eylül 1985'te Gürkan ve İnönü SODEP-HP birleşme protokolünü imzaladılar. 2 Kasım 1985'te toplanan HP Olağanüstü Kurultayı'nda partinin adı Sosyaldemokrat Halkçı Parti olarak değiştirildi. 3 Kasım'da toplanan SODEP Olağanüstü Kurultayı'nda da parti feshedildi ve SHP'ye katıldı. Protokol uyarınca ilk genel başkanlığa HP genel başkanı Aydın Güven Gürkan getirildi.


30 Mayıs 1986'da SHP 2. Olağanüstü Kurultayı toplandı ve tek aday olan Erdal İnönü genel başkan seçildi. İnönü daha sonra 11 ilde yapılan 26 Eylül 1986 milletvekili ara seçimlerinde İzmir'den TBMM'ye girdi. SHP bu seçimlerde yüzde 22 oy aldı.


SHP’den kopan milletvekilleri, 26.12.1986 tarihinde kurulan 'hülle partisi’ olan Halk Partisi’ne katıldılar.





DEMOKRATİK SOL PARTİ – DSP

12 Eylül Darbesi’nden sonra siyaset yasağı getirilen Bülent Ecevit, çevresindeki destekçilerini tek tek kaybettikten sonra, darbe öncesi CHP’deki yol arkadaşlarını kast ederek "Mücadelenin güçlüklerini göze alamayanlarla yollarımız ayrıldı." dedi ve eşi Rahşan Ecevit’e 14 Kasım 1985'te Demokratik Sol Parti’yi kurdurdu.


Hülle partisi olarak kurulan Halk Partisi 29.12.1986 tarihinde kendini feshetti, milletvekilleri DSP'ye katıldı ve DSP, 25 milletvekiliyle TBMM'de grup oluşturdu.





SİYASİ YASAKLARIN KALKMASI

6 Eylül 1987'de ANAP iktidarı 12 Eylül idaresince getirilen siyasi yasakların kaldırılması için referanduma gitti. %50.1 Evet, %49.8 Hayır oyuyla, kıl payı bir farkla yasaklar kalktı. Başbakan Turgut Özal sonuç ortaya çıkmadan, Kasım ayında erken seçime gidileceğini açıkladı.


13 Eylül'de Bülent Ecevit DSP'nin başkanlığını devraldı.


1987 GENEL SEÇİMİ

29 kasım 1987 genel seçiminde ANAP yüzde 36 oyla 292 milletvekili kazanarak, ikinci kez tek başına iktidara geldi. SHP yüzde 24 ile 99, DYP ise yüzde 19 oyla 59 milletvekilliği kazandı. Bülent Ecevit'in başına geçtiği DSP yüzde 8.5 oy aldı ancak yüzde 10 barajını aşamayarak meclis dışında kaldı. Ecevit bu sonucun ardından bir süre siyasetten çekildi.





SHP’de İNÖNÜ – BAYKAL DÖNEMİ

25-26 Haziran 1988 - 2. Olağan Kurultay’da Erdal İnönü 710 oyla SHP genel başkanlığına yeniden seçildi. Ancak partiye Deniz Baykal grubu hakim oldu; 44 kişilik Parti Meclisi'ne Baykalcılardan 27, sol kanattan 16 girdi. İnönü'nün listesinde yer alıp kıl payı PM'ye girebilen tek kişi olan Fikri Sağlar'ın yerine Deniz Baykal SHP genel sekreteri seçildi.


Yerel seçimleri için Ankara adayı olarak; Murat Karayalçın, Ali Dinçer ve Nedim Turhan’ın adları geçerken, İstanbul'da sadece Nurettin Sözen adı öne çıkıyordu. İzmir'de ise; Alev Coşkun, Yüksel Çakmur, Engin Aydın gibi isimler söz konusuydu.


Sonuçta Ankara’da Murat Karayalçın, İstanbul'da da Nurettin Sözen, İzmir’de Yüksel Çakmur aday gösterildi.


SHP seçimde “Limon gibi sıkılmak istemiyorsanız, oylar SHP'ye” sloganını kullandı.


DSP seçimde önemli bir varlık gösteremedi. Belediye başkanlıklarında yüzde 6’da kaldı.


26 Mart 1989 yerel seçimlerinde SHP belediye başkanlıklarında yüzde 32.8 oy alarak büyük başarı gösterdi. Başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 39 ilin belediye başkanlığını kazandı. SHP ve DYP, ANAP iktidarının meşruiyetini kaybettiğini halkın desteğini yitirdiğini ve bu nedenle genel seçimlerin yenilenmesi gerektiğini savunmaya başladı.


SHP ve DYP'nin muhalefetine rağmen 9 Kasım 1989'da Kenan Evren'den boşalan cumhurbaşkanlığına Turgut Özal seçildi.


16 Kasım tarihinde, Paris'te Ekim ayında düzenlenen "Kürt Ulusal Kimliği ve İnsan Hakları" konulu bir konferansa katılan yedi milletvekili, SHP yönetiminden izinsiz katıldıkları gerekçesiyle ihraç edildi. Bunun üzerine 10'u aşkın milletvekili de istifa etti.


İktidardaki ANAP’ın yeni genel başkanı Yıldırım Akbulut oldu ve başbakanlık koltuğuna oturdu.


İNÖNÜ – BAYKAL ÇEKİŞMELERİ

26-27 Ocak 1990 - 5. Olağanüstü Kurultay’da İnönü 863 delegenin 756'sının oyunu alarak genel başkan olurken, 44 kişilik PM'nin neredeyse tümü Baykal'a yakın isimlerden oluştu. Deniz Baykal genel sekreterliğe yeniden seçildi.


Aralarında istifacı 10 milletvekilinin de bulunduğu bazı eski SHP’liler tarafından 7 Haziran 1990 tarihinde Halkın Emek Partisi (HEP) kuruldu.


SHP Merkez Yürütme Kurulu'nun onayından geçerek 15 Temmuz 1990 günü kamuoyuna duyurulan Güneydoğu Raporu, büyük tartışmalara yol açtı.


Baykal'ın başkanlığında, Hikmet Çetin, Fuat Atalay, Eşref Erdem, Cumhur Keskin'den oluşan heyetin hazırladığı rapor, İnönü tarafından da onaylanmıştı.


1990 Bayrampaşa ara yerel seçimindeki başarısızlıkla SHP yeni bir deprem yaşadı. Erdal İnönü ile anlaşmazlığa düşen Genel Sekreter Deniz Baykal Eylül 1990'da bu görevinden istifa etti, yerine Hikmet Çetin getirildi.


İnönü, Baykal'ı, karşısına geçmeye çağırdı, “Aday ol, ne olacaksa olsun.” dedi. Baykal çağrıyı “Telaşım yok, kendimi paranteze alıyorum.” diyerek yanıtladı. Ancak, gelişmeler 11 gün sonra Genel Başkanlık adaylığını açıklamasıyla sonuçlandı.


Genel başkanlığı isteyen ve İsmail Cem’le de işbirliği yapan Baykal, İnönü'yü cumhurbaşkanı yapacağını söylüyordu. İnönü acil kurultay kararı aldı.


29 Eylül 1990 - 6. Olağanüstü Kurultay’da Erdal İnönü ve Deniz Baykal karşı karşıya geldi. İnönü 504 oyla genel başkanlık seçimini kazandı, Deniz Baykal ise 405 oy aldı. SHP Genel Sekreterliği'ne Hikmet Çetin seçildi. Ancak parti içinde Baykal'ın muhalefeti bitmedi.





15 Haziran 1991 tarihinde yapılan ANAP kongresinde genel başkanlığa Mesut Yılmaz seçildi ve başbakan oldu.


Ülkede erken seçim talebi oluştu. SHP’de de olağan kurultay yaklaşmıştı.


SHP, “Kurultaylar Partisi” olarak anılmaya başlandı.


Baykal, “Biz Erdal Bey'in, Willy Brandt gibi bu partinin başında manevi lider olmasını istiyoruz.” diyordu.


27-28 Temmuz 1991 - 3. Olağan Kurultay’da İnönü-Baykal bir defa daha karşı karşıya geldi. Ancak bu kez de kazanan İnönü oldu, üçüncü tur oylamada İnönü 534, Baykal 451 oy aldı.


Mesut Yılmaz, Erdal İnönü ve Süleyman Demirel, Kasım 1991’de bir erken seçim yapılması konusunda prensipte anlaştılar.


Sonuçta Ekim ayına çekilen erken seçimleri DYP kazandı.


SHP yüzde 20.75 oy oranıyla DYP ve ANAP'ın ardından üçüncü oldu. 1989 Yerel Seçimlerinde elde edilen başarı bu defa çok uzaktaydı, bu en fazla parti içi muhalefetin işine yaradı.


SHP, seçimlere katılmayan Halkın Emek Partisi (HEP) adaylarına Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinin listelerinde yer verdi. Bu destek sayesinde SHP'nin oyları Güneydoğu'da yüzde 50'leri geçerken, buna karşılık; Karadeniz, Trakya ve Ege bölgelerinde büyük oy kaybı yaşandı.


Türkiye genelinde oy yüzdesinin 20.75'e gerilemesi, parti içinde Baykal yönetimindeki “Yeni Sol” grubun eleştirel seslerini yükseltti.


Seçimlerden sonra 6 Kasım 1991’de, TBMM açılışında Kürt kökenli milletvekillerinin Kürtçe yemin krizi yaşandı.


Hükûmeti kurma görevi DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel'e verildi.


20 Kasım 1991'de Demirel, DYP-SHP Koalisyon Hükümeti’ni kurdu.


SHP Genel Başkanı Erdal İnönü Başbakan Yardımcılığı görevini aldı.


1991 Seçimlerindeki yenilgi nedeniyle yenilikçilerin lideri Ertuğrul Günay ve Baykalcılar seçim yenilgisinden sorumlu tuttukları Erdal İnönü'yü istifaya çağırdılar. İnönü istifayı düşünmediğini söyledi. Bunun üzerine, Deniz Baykal ve arkadaşları bir kez daha kurultay bayrağı açtılar ve delegelerden imza toplamaya başladılar. Kurultayın kaçınılmaz olduğunu gören İnönü, önce 21 Aralık 1991 tarihini ortaya attı, sonra da 25-26 Ocak 1992 tarihinde kurultay toplanması talimatını verdi.


İnönü, “Baykal bıktırdı” diyordu.


25-26 Ocak 1992 - 7. Olağanüstü Kurultay öncesinde Deniz Baykal ve İsmail Cem birlikte yayımladıkları "Yeni Sol" adlı bir kitapta SHP'nin yeniden yapılandırılmasını öngördüler.


Deniz Baykal'ın üçüncü kez Erdal İnönü'ye karşı genel başkanlığa adaylığını koyduğu Olağanüstü Kurultay'da İnönü, beklenenin aksine salt çoğunluğu daha birinci turda sağlayarak Baykal'ı bir kez daha yendi ve genel başkanlığa seçildi.


21 Mart 1992 Nevruz Bayramı'nda çıkan olaylar sonucunda da SHP içindeki HEP kökenliler partiden istifa ettiler.





CHP YENİDEN AÇILIYOR

Haziran 1992'de 12 Eylül döneminde çıkartılmış olan "kapatılan siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa" kaldırıldı.


SHP içindeki muhalefet hareketinin önde gelen ismi Deniz Baykal ve diğer CHP kökenliler CHP'nin tekrar açılmasını istediler.


21 Mart 1992 günü, partinin hayatta kalan son Genel Yönetim Kurulu üyeleri toplandı ve 'CHP'nin yeniden açılması yönünde' oybirliğiyle karar aldılar. 3 Mayıs 1992'de tekrar toplanarak bir bildiri yayımladılar. "Cumhuriyet Halk Partisi" yeniden açılıyordu. Bildirinin altında; Erol Tuncer, Hayrettin Uysal, Altan Öymen, Metin Somuncu… gibi isimlerin imzaları bulunuyordu.


Kurultay, kapatılışından 12 yıl sonra büyük bir coşkuyla toplandı.


9 Eylül 1992'de CHP gözyaşlarıyla ve oybirliğiyle tekrar açıldı.


Deniz Baykal ve Erol Tuncer’in yarıştığı kurultayda Deniz Baykal genel başkan oldu.


SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, CHP'nin SHP'ye katılmasını istedi ancak CHP'liler tersini talep ettiler.


1991 seçimlerinde TBMM'ye 88 milletvekili sokan SHP'nin sandalye sayısı 1992 yılı sonunda 52'ye düştü.


1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümü üzerine Başbakan Süleyman Demirel cumhurbaşkanı seçildi. Koalisyon ortağı SHP Demirel'in seçilmesi için DYP'ye destek verdi. Ardından DYP'nin başına geçen Tansu Çiller'in kurduğu hükûmette SHP koalisyon ortaklığına devam etti.


Haziran 1993'te Genel Başkan Erdal İnönü siyaseti bırakacağını açıkladı. 11 Eylül 1993 tarihinde Ankara'da toplanan 4. Olağan Kurultay'da 1007 delegeden 559'unun oyunu alan Murat Karayalçın genel başkanlığa seçilirken, diğer adaylardan Aydın Güven Gürkan 403 oy aldı.


27 Mart 1994 yerel seçimlerine üç parça halinde giren merkez sol partilerin toplam oy oranları 1989'a göre 11 puan geriledi.


CHP, ilk katıldığı 1994 Yerel Seçiminde ülke genelinde yüzde 4.46 oranında oy alabildi.


Bir önceki yerel seçimin galibi olan SHP de çok büyük oy yitirdi ve elinde bulundurduğu büyük şehirlerde seçimleri kaybetti.


Bunun üzerine sol partilerin birleşmesi gündeme geldi. DSP buna yanaşmadı ancak CHP olumlu yanıt verdi.


6 Kasım 1994: SHP lideri Murat Karayalçın ile CHP lideri Deniz Baykal "Bütünleşme Protokolü"nü imzaladı.


18 Şubat 1995'te toplanan SHP-CHP ortak kurultayında SHP’nin feshine ve CHP'ye katılmasına karar verildi.


SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Kendi açımdan kısa bir özet geçersem, babam TÖBDER Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu’nun, Ordu Milli Eğitim Müdürü iken yardımcısıydı, TÖBDER’liydi, daha sonra 12 Eylül öncesi CHP iktidarı döneminde İLKSAN Genel Sekreteri ve MEB Özlük İşleri Gen. Müd. Vekili olarak görev yaptı, 12 Eylül sonrası SODEP’e katıldı, birleşmeden sonra SHP’li oldu ve ben de ailenin siyasete ilgili bir bireyi olarak 1988 yılında ODTÜ İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nden mezun olduktan sonra SHP Gençlik Kolları’ndan siyasi etkinliklerime başladım, CHP’nin kurulmasıyla birlikte Çankaya İlçe örgütünde çalışmaya başladım, bir dönem yönetimde yer aldım, sonrasında da bugüne kadar bir çok kademede, masa başında, sokakta; yazılı, çizili, eylemli çalışmalarımı sürdürdüm, Sosyal Demokrasi Derneği kurucuları arasında ve yönetimlerinde yer aldım, STK’lar ve demokratik kitle örgütlerinde görevler yaptım.


Konumuza girecek olursak,


Günümüze örnek olması açısından 1994 Yerel Seçimi ile ilgili birtakım anılar ve sonuçlardan söz etmek üzere harekete geçtim ancak 1994 olayının iyi anlaşılması için 12 Eylül sonrası siyasi gelişmelerden de bir miktar haberdar olmak gerektiğini düşündüğümden söz konusu 10-11 yıllık tarihsel süreçten kesitler aktararak başladım.


1994’e gelirken, 12 Eylül darbecilerinin Türkiye’ye yeni bir elbise giydirmek amacıyla öncelikle köklü partileri kapattıklarını, deneyimli siyasetçilere siyaset yasağı getirdiklerini, siyaseti, yönetebilecekleri vasıfsız kadrolarla şekillendirmeye çalıştıklarını, kendilerine göre kurgularına uygun ilk oluşumları yaptıktan sonra da sözüm ona kendiliğinden doğaçlama gelişen demokratik bir ülke havası yaratmaya çalıştıklarından söz etmek gerekiyordu.


Bunun için, öncelikle ilk birkaç yılda; Milli Güvenlik Konseyi olarak baskıcı bir darbe yönetimi, 1982’de sözüm ona; sivil anayasa, Evren’in Cumhurbaşkanı seçilmesi ve 1983’te Ülkenin solda ve sağdaki gerçek dinamiklerinin, Konsey’in “veto” hakkıyla engellenmesi suretiyle, “zahiri demokratik” seçimlerin yapılmış olmasını hatırlamamız gerekiyordu.


O zor koşullarda, olması gerekenden çok, görünmesi gereken şekilde siyasi partilerin oluşması, o partilerde bir türlü düzen kurulamaması, bir süre sonra eskilerin de oyuna katılması, eskilerle yeniler arasında rekabet oluşması, tüm bunların iç ve dış oyun kurucuların etki mekanizmaları içerisinde gelişmesini de unutmamak gerekiyordu.


Bu hatırlatmalardan sonra,


Soldaki gelişmeler açısından siyasi aktörleri ele aldığımızda, geçici bir dönem alan işgal eden; Necdet Calp, Cezmi Kartay ve Aydın Güven Gürkan’ı saymazsak, başlangıçta yasaklı olan ancak sonradan yasakları kalktığı için oyuna ortadan giren Bülent Ecevit ve Deniz Baykal ile İsmet İnönü’nün oğlu olması gerekçesiyle başlangıçta solu toparlamak için zorla siyasete sokulan fizik profesörü Erdal İnönü’nün olaylardaki ana aktörler olduğu noktasından yola çıkabiliriz. Son tahlilde, sonraki yıllarda oyuna güçlü girecek olan Ecevit’ten önce, dönüm noktası olarak ortaya koyduğumuz 1994 yılı açısından en önemli iki aktörün, Baykal ve İnönü olduklarını net olarak belirtebiliriz.


Söz konusu üç aktörü ele aldığımızda, yerel seçimlerin yapıldığı 1994 yılını, AKP iktidarına giden ve bugüne kadar yaşadığımız süreçte “her şeyin başlangıcı” olarak kabul ettiğimizde (en azından ben böyle kabul ediyorum), dönemsel olaylardan ve tespitlerimizden şu şekilde bahsedebiliriz:


Bülent Ecevit her defasında, durumunu açıklamaya çalışırken, "Biz, solcuların yıllardır öcü gibi baktıkları inançlı insanları sola kazandırma mücadelesi veriyoruz, solun oylarını arttırıyoruz, solu asla bölmüyoruz." diyordu. 1994 yılına kadar da önemli bir varlık gösterememişti. Türkiye siyasi arenasındaki sağlı sollu bölünmüşlükler nedeniyle de oyunda etkisiz kalıyordu.


Asıl belirleyici olan SHP ve SHP içi iktidar mücadeleleriydi.


Bu mücadelelerde de iki güçlü aktör, Baykal ve İnönü, belirleyiciydi.


1994 yılına gelene kadar, SODEP ve Halkçı Parti’nin kurulması, SODEP’in 1983 seçiminde engellenmesi, Erdal İnönü ve kurucularına uygulanan veto ile Necdet Calp’in öne çıkarılması, sonradan zorunlu olarak gerçek dinamiklerin önünün açılması ile Erdal İnönü’nün siyaset sahnesine çıkması, yapay oluşumu ve çeşitli seçim başarısızlıkları nedeniyle Halkçı Parti’nin SODEP ile birleşerek SHP olması ve alanı İnönü ‘ye bırakması, sonunda siyasi yasakların kalkmasıyla birlikte Baykal’ın oyuna girmesi sonucu kısa sürede İnönü ve Baykal’ın temsil ettiği dinamikler arasında rekabetin başlaması, geçmişten kaynaklı birikimlerle inatlaşmalar 1994’e gelinen sürecin gelişim aşamaları.


Bu aşamaları bir miktar daha detaylandıracak olursak;


1987 yılı sonlarında siyasi yasakların kalkmasının hemen ardından 1988 yılı ortasında yapılan kurultayda Baykal’ın SHP Genel Sekreteri olması,


1990 başındaki SHP kurultayında aynı görevi yeniden elde etmesi,


1990 yılı sonunda İnönü ile yarışa girerek Genel Başkanlık iddiası ortaya koyması ve kaybetmesi,

1991 yılı ortasında iddiasını sürdürerek İnönü’ye karşı tekrar kaybetmesi,


1992 yılı başında üçüncü kez aynı denemeyi yapması ver her birinde makası daraltmasına rağmen yine kaybetmesi,


1992 yılı Eylül ayından itibaren de CHP’nin açılışıyla CHP Genel Başkanı olmasını,


1993 yılı ortalarında Erdal İnönü’nün siyaseti bırakma kararıyla, sonbaharda “Genel Başkanlık”ın Murat Karayalçın’a kalmasını temel noktalar olarak belirtebiliriz.


Görüldüğü gibi, sözünü ettiğimiz altyapısal temel sorunlardan kaynaklı ayrımlara dayalı mücadelelerle 12 Eylül sonrası solda oluşan siyasi yapı, kısa süreler içerisinde iki önemli aktör arasında büyük kapışmalara sahne olmuş durumda.


Bu kapışmalar sırasında vurgulamam gereken en önemli nokta şu olabilir: Siyasetin doğası gereği bu tür yarışlarda liderin sonrasında partiye hakim olmak isteyen yapılar karşıdan gelen güçlü akıma karşı, “zayıf” veya “gidici” olarak gördükleri liderin yanında yer alırlar.


Nitekim söz konusu kurultay süreçlerinde de 1989 yılında kazanılan belediyelerin güçlü aktörleri, belediye başkanları ve kadroları benzer tutumlar içinde olmuşlardır.


O Günlere Ait Birkaç Not

1992 kurultayı sonrası Sosyal Demokrasi İçin Gelecek adında çıkardığımız bir dergide ”Kurultayın Ardından” başlığıyla yazdığım değerlendirme yazısında yaşananları şöyle değerlendirmiştim:


YAZI -1


25-26 Ocak 1992 Sosyal Demokrat taban için yeni bir dönüm noktasıdır. Bu noktaya gelirken yine kısır tartışmalara girilmiştir. Kısır tartışmalar diyorum, çünkü somut çözümler, amaç ve ilkeler, gelecek hazırlıkları geri planda kalırken liderlik yarışı ön plana geçmiştir.


Bu noktada bir parça geriye gidecek olursak kurultay öncesi tartışmaları karşılıklı belli kalıplar halinde toparlayabiliriz.


Baykal taraftarları (Baykalcılar)


İnönü taraftarları (İnönücüler)


Baykalcılar

20 Ekim’de partimiz çok ağır bir yenilgiye uğramıştır.


İnönücüler

20 Ekim Sosyal Demokrasinin zaferidir, Sosyal Demokratlar iktidar olmuşlardır.


Baykalcılar

İnönü'nün misyonu bitmiştir. Parti üst yönetiminin yetersizliği ortaya çıkmıştır. Bu yönetim partiyi uçurumun kenarına getirmiştir.


İnönücüler

Seçimlerde yeterince oy alamamamızın nedeni parti içi karışıklık ve iki başlılıktır.


Baykalcılar

CHP'de ve SHP'de ve hatta ANAP'ta parti içi karışıklığın en fazla olduğu dönemlerde bu partiler oylarını artırarak seçim kazanabilmişlerdir. Parti içi karışıklık seçim yenilgisine neden olan belirleyici faktör değildir.


İnönücüler

Belediyeler ve halk tarafından iyi anlaşılamayan HEP katılımı da oy kaybına neden olmuştur. Bunlarda üst yönetimin suçu yoktur.


Baykalcılar

Partimiz sosyal demokrasi söylemini gerçekleştirememiş, bu söylemi diğer partilerin liderlerine kaptırmıştır. Bunun sorumluluğu partinin liderinde ve üst yönetim kadrosundadır. Genel başkan, parti programı, tüzüğü, ilkeleri üzerinde yeterli çekiciliği sağlayamamış, halkta heyecan yaratamamış ve mevcut fikirleri aktaramamak durumunda kaldığı için parti oy kaybına uğramıştır.


İnönücüler

Partinin mevcut politikaları zaten biliniyordu, bunu diğer siyasi partiler benimsedi ve söyledi diye biz başka fikirler bulmak zorunda değiliz. Bizim ilkelerimiz bellidir. Bunu diğer partilerin de benimsemesi bizi sevindirmelidir. Bu iktidar sosyal demokrasi iktidarıdır. Sosyal demokrasinin zaferiyle karşı karşıyayız.


Baykalcılar

İnönü'de liderlik vasıfları bulunmamaktadır, bu işi götüremiyor.


İnönücüler

Baykal'dan lider olmaz sıkışınca kaçar sorumluluk yüklenemez. Ben aldığım aile terbiyesi gereğince partimi zor durumda bırakıp gidemem sorumsuz birine liderliği terk edemem.


Baykalcılar

İnönü birkaç kez sıkışıp istifa ettiğini ve zorla döndürüldüğünü unutuyor.


İnönücüler

Baykal ve takım arkadaşları gelirse iktidar ortaklığımız biter biz istifa ederiz ve hatta yeni kurulacak hükümete güvenoyu bile vermeyebiliriz.


Baykalcılar

Bunlar şantajdır, tehdittir. Biz iktidar ortaklığını sürdürmek kararındayız. İlk önceleri iktidar ortaklığının üzerine atlamayıp geri durmamızın nedeni iktidardan Sosyal Demokrat Halkçı Parti adına daha büyük pay koparmaktı, ama olan olmuştur bu iktidarı bu haliyle sürdürmek zorundayız ve sürdüreceğiz.


İnönücüler

Baykal, takım arkadaşları ile birlikte koltuk kavgası yapıyor. Kendi çıkarları uğruna partiyi yıpratıyor. Rahat çalışabilmemiz için genel başkan olarak beni seçerseniz parti meclisine de benim gibi düşünen arkadaşlarımızı seçin.


Baykalcılar

Bize hizip adını koyan yönetim bir hizip ruhuyla hareket ederek partide tek yönlü düşünen bir topluluğun üstünlüğünü sağlamaya çalışıyor. Başbakan yardımcısı ve bakan arkadaşlarımız görevlerine devam edebilir. Biz partimizin fikirlerini yayarken, yenileşirken ve ilgi çekici hale getirirken bu arkadaşlarımız hükümetteki icra görevlerini yürütebilirler. Bu çelişkili bir durum değildir.


İnönücüler

Partiyi biz yönetelim bakanlar sizden olsun deniyor, bu nasıl olacak, parti başka, iktidar başka ellerde, bu iş böyle yürümez.


Baykalcılar

Yeni bir liderlikle ve bütün fikirleri kapsayan bir parti meclisiyle ilk seçimlerde partimizi iktidar yaparız. Bütün dünyada sosyal demokrat partiler ön plana çıkarken biz sürekli gerilemekteyiz. Tek çözüm yolu vardır. Değişim, Değişim ............


Kazanan veya kaybeden çok net ortaya konulamazken liderlikten ötede kazanılanlar veya kaybedilenler pek açık değildir. Ancak bütün olarak görünen odur ki bu kurultayda yine SHP kaybetmiştir.


Bu kaybı kazanca dönüştürebileceğimiz inancındayım. Tek bir şartla bunu gerçekleştirebiliriz. Bu şart insanların artık soğukkanlı düşünmeye başlamaları şartıdır.


Partideki cepheleşme uç boyutlara varmıştır. Bu kurultayın sonucu gösteriyor ki ortamı kendiliğinden oluşmadıkça bu partide lider ve kadro değişikliği olmayacaktır. Liderlik yarışı artık dondurulmalı ve tekrar gündeme getirilmemelidir. Liderlik ve kadro değişimi zamanı geldiğinde doğal bir gelişimle gerçekleşmelidir.


Artık herkesin yapması gereken şey havayı yumuşatmaktır. Bunun bir anda olması mümkün görülmese de buna çaba göstermek zorundayız. Herkes şimdi parti programını, ilkelerini zenginleştirmek için çalışmalara başlamalı. Değişim diyenler bu değişimin somut çözümlerini ceplerinde saklamaktan vazgeçerek gün ışığında çıkarmalıdırlar. Mevcut yönetim de bu yakınlaşmaya destek vermeli ve oturdukları yerin babalarının malı olmadığının bilincinde olarak partinin parçalanması ve erimesi uğruna bir inatlaşmayı sürdürmemelidir. Hep birlikte oluşturulacak olan yeni söylemi tüm Anadolu'da seslendirebilmeli ve bunu yaparken yine kimseye mal edilmeden yapılmalı. Bir yarış varsa bu yarış partiyi geliştirmek için olmalı ve bu yarışı iyi götürenlerden oluşan bir ekip kaçınılmaz doğal bir sonuç doğrultusunda taban tarafından olağan kurultaylarda seçilerek partinin yönetimine getirilmelidir.


Olaya gençler açısından bakacak olursak, her zaman ifade etmişimdir, gençler üst yapıdaki hastalıkları kesinlikle taşımamalılar. İyi bir gelecek istiyorsak, biz gençler yapılan yanlışları görüp bundan dersler çıkarabilmeliyiz ve doğru olanı yapma yolunda adımlar atmalıyız. Biz temel doğrulardan sapmadan hareket edebilirsek hem üst yapıdaki insanların düştüğü hatalara düşmeyiz hem de sonradan karşımıza konabilecek geçmiş yanlışlarımız olmaz. Bir kurultay yaşadık. Hepimiz kendimizi belli inançlar uğruna taraflı tutum takınmak zorunda hissettik. Ancak, kurultayın sonucunu herkes içine sindirebilmelidir. Artık genel başkanımız bellidir. Genel başkanımıza herkes saygı duymalıdır. Genel başkanlık yarışını kaybetmiş olması sayın Deniz BAYKAL'ın partideki kimliğinin silinmesine neden olamaz. Bu parti büyüğümüze de gereken saygıyı aynı dozda göstermek zorundayız.


Her iki lider adayı da insandır, her ikisinin de hataları olabilir. Bunu kabullenmeli ve partimize lazım olan bu iki büyük insanı her ne şekilde olursa olsun harcatmamalıyız. Yarış anında söylenen sözler kırıcı olabilir. O sözler kurultayda kalmıştır. Stres altında söylenmiş sözlerdir. Hepsi unutulmalıdır. Bir tek insanın bile harcanmasına partimizin tahammülü yoktur. Bunun bilincine herkes varmalıdır.


Gençlik, kurultayda yaşanan doğal kamplaşmanın kurultayda kaldığını Baykal'cı İnönü'cü gibi kavramların yerini çözüm üretme mücadelesinin aldığını herkese göstermelidir. Gençlik bunun öncülüğünü yapmalı ve olması gerekeni, yeni gençliğin topluluğun lokomotif gücü olduğunu kanıtlamalıdır.


Ben kendi adıma İnönü'cü, Baykal'cı ayrımını unuttum ve bütün dostlarıma, arkadaşlarıma aynı mücadelenin savaşçıları olarak bakıyorum. Hepimiz birbirimize muhtacız ve ne yaparsak hep birlikte yapacağız. Yeter ki temel doğruları yıkmayalım. Küçük anlık hesapların peşinden koşmayalım. Evrenselliği yakalayarak geniş ufuklara sahip olalım.


Son olarak diyorum ki, eksik olan şeyi, bütünsel çalışma ruhunu yakalayıp, ahengi yaratalım. Bir orkestra yapısında çok seslilikten, tek bir uyumlu melodi çıkarmayı başaralım.



Bu yazıyı “1992 Martı”nda yazmıştım, yazının büyük bir bölümünü yukarıda aktarmış oldum.

Son cümlemde yazdığım başarılamadı.


1992 sonunda açılan CHP ile birlikte yeni bir döneme girildi.


1993 Kasımı”nda da yine Sosyal Demokrasi İçin GELECEK dergisi’nde yazdığım ve size bazı kısımlarını aktaracağım, “Ne Olacak Bu Halimiz” adlı yazımda da şunları yazmıştım:


YAZI -2


Türkiye'de sosyal/demokratik sol iddiaları taşıyan üç adet partinin varlığı biliniyor. Bunların ikisi Cumhuriyet Halk Partisi'nin yokluğunda, bu partinin devamı olduklarını iddia ederek kurulmuş DSP ve SHP, üçüncüsü ise Cumhuriyet Halk Partisi'nin uzun bir süre kapalı kalmasının ardından kanunen açılmasına izin verildikten sonra ortaya çıkan aslından olma yeni versiyonu.


Üç sol partiden, eski CHP Genel Başkanı Bülent ECEVİT'in başında bulunduğu DSP'nin çizgisi artık fazlasıyla netleşmiştir. Bülent Bey her defasında açıklıyor: "Biz solcuların yıllardır öcü gibi baktıkları inançlı insanları sola kazandırma mücadelesi veriyoruz, solun oylarını arttırıyoruz, solu asla bölmüyoruz". Bülent Beyin bu tür sözlerinden sonra artık bu konuda kendisinden solun birliği açısından fazla bir şey beklemenin mantığı yoktur.


Solun diğer partisi (Fizikçi Erdal Beyin Karamurat'a devrettiği parti) SHP ki (bu partinin aslan sosyal demokratları sayesinde sosyal demokratlığımızdan utanır hale geldik) Karayalçın'a sırtlarını dayamış pek çok beceriksiz insanla ayakta durmaya çalışıyor.


Erdal Beyin dayanamayıp terk ettiği gemiyi Karayalçın'ın kurtarabileceğini sananlar çok yanıldıklarının farkına, fazla değil, üç ay sonra varacaklardır. Basının şişirmesi çok çok üç ay sürer. Üç aydan sonra kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalacak olan beceriksizler topluluğu (veya başka konularda becerikliler topluluğu) kendi kurdukları "yapay saray"ın altında kalacaklardır. İlk günlerde basının da yarattığı yapay havayla solu toplayıp sürüklediklerini sanan SHP'liler bir tek Murat Karayalçın'la bu işi götüremeyeceklerinin birkaç gün sonra anlamış olmalılar.


Bir genel başkan, kadrolarıyla gelir, kadrolarıyla iş yapar, iddialarını bu iddiaları kucaklayacak kadrolarla gerçekleştirir. Tek başına hiçbir insan, kurulu çarkın içine girerek bu çarkın işleme birimini değiştiremez. Ya çarkın tamamını idaresi altına alabilecek biçimde yenileyecek, ya da o çarkta yanlış bir parça olması nedeniyle çarkı darmadağın edecek. Başka çıkar yol yoktur. Bu ana kadar görünen odur ki Karayalçın çarkı kendisine uyduracak yenilikleri gerçekleştirememiş, gerekli parçaları, uyumu sağlayacak dengeleyicileri yerleştirememiştir.


İlk hamlede yapılamayan bu değişiklikler, büyük bir cesaretsizlik, liderlik yolunda büyük bir eksiklik ve deneyimsizlik damgasını Karayalçın'a vurmuştur. En son genel seçimlerde, tüm SHP'liler hatırlayacaklardır, belediyelerdeki bir takım rahatsızlıklar yüzünden kimsenin kapısı çalınıp oy istenememiştir. SHP o seçimde "kolunu da kırsan başka partiye oy vermeyecek fedakar insanlar"ın oylarını alabilmiştir. Bunun aksini hiç kimse iddia edemez.


Genel seçime kadar geçen iki yıllık bir sürede belediyelerde bu derece yıpranan bir parti üstüne üstlük bir de hükümet ortağı olmuş ve şu ana kadar da bu ortaklık süresince sol adına sergilediği beceriksizliklerle daha da yıpranmıştır. İSKİ yolsuzluğu ile su yüzüne çıkan dalavere dolap işleri; bakanlara, milletvekillerine, il başkanlarına bulaşmış, yani halk bu pisliğin İSKİ ile sınırlı olduğuna inanmaz hale gelmiş durumda.


Allah aşkına söyleyin, bu durumda olan bir partinin tertemiz olduğuna, pırıl pırıl olduğuna kimi inandırabilirsiniz? Yolsuzlukları yapanların partili bile olmayan bürokratlar olduğuna kaç kişiyi inandırabilirsiniz? Kısacası SHP halkın gözünde tepeden tırnağa pisliğe batmış görüntüsüne bürünmüş bir parti haline gelmiştir. Bu partiyi kurtarmanın tek yolu vardı, yeni genel başkan partiyi tamamen yeniler, kadrolarda büyük bir değişim gerçekleştirir, pisliğe bulaşanları ihraç eder veya istifalarını alır, (zamanında Mesut YILMAZ'ın yaptığı gibi) pisliklerinden arınmış bir parti olarak halkın karşısına çıkabilirdi. Yeni Genel Başkan bu şansı da kullanamamış ve kaçırmıştır. Bundan sonra da bu olayı gerçekleştirme şansı hemen hemen hiç kalmamıştır.


CHP'ye gelince; yeniden açılma aşamasında çok büyük umutlarla ve heyecanla açılan partinin ilk örgütlenme aşamasında büyük hatalar yapılmıştır. Benim kendimce tespit ettiğim en büyük hata, atamayla gelen yönetimlerin kongrelerde onaylatılması olmuştur. Atama sırasında yanlışlar yapılmış olabilir, genel merkez Türkiye çapında atama yapmıştır ve herkesi tanıyamaz, bunu kabul ederim ancak o dönemde atanan yönetimlerin görevi; halkın heyecanını göz ardı etmeden üye yazımlarının sağlıklı olarak yapılması olmalıydı. Ama öyle olmadı atamayla gelen yönetimler kendilerini seçecek üyenin yazımına ağırlık verirken, genel merkezin de buna yeşil ışık yaktığını herkese ima ettiler. Kuruluş aşamasında kavga, gürültü, tantana olmasın mantığı ile hareket edilirken, demokratik bir ortam içinde mücadele ederek gelmesi gereken dinamik örgütler oluşturulamadı. Bugün genel merkez yöneticileri gittikleri birçok yerde örgüt bulamıyorlar ve sinirleniyorlar. "nerede bizim ilçe meclisi üyelerimiz" diyecek durumlara düşüyorlar.


Hiç kimseye kızmayın sayın yöneticilerimiz, buna sizler sebep oldunuz. Aylardır Cumhuriyet Halk Partisi genel merkezi kadar çalışan, politika üreten, mitingler düzenleyen, yılın önemli günleri etkinliklerle kutlayan başka bir parti yok. Ama yazık oluyor, tabanda ciddî bir örgütlenme ve çalışma olmadan bu çabalar büyük ölçüde boşa gidiyor. İki olay birbiri ile oldukça iç içedir. Genel merkez politika üretmeden örgüt bir şey yapamaz, örgüt çalışmazsa genel merkez üretimi halka ulaşamaz, üretilenler elde kalır ve çürür.


Sonuç olarak her şeye rağmen CHP köklü ve köklü olduğu kadar da yeni bir partidir. Hiçbir maddi çıkarı olmadığı halde bir araya gelen insanlardan oluşmuştur. Solda ve sağda bulanan büyük partiler içerisinde tertemiz, pırıl pırıl denebilecek tek partidir. İçinde bulunduğumuz ortam CHP'nin büyüyüp serpilmesi için gerekli tüm unsurları içeriyor.


CHP olarak yapılması gereken şey, örgütlerin bir an önce aktif hale gelebilmeleri için gerekli şartları oluşturmak, örgütler üzerinde çalışma baskısı kurmak, çalışmayan örgütleri cezalandırmak, önemli bölgelerde, zaman varsa kongre yoluyla, zaman yoksa merkez atamasıyla aktif örgütleri iş başına getirmek olmalıdır (bu noktada atamayı kabul edebiliriz, çünkü zaten mevcut yönetimlerinde atamadan çok bir farkı yoktur, ayrıca artık örgüt tanınmış durumdadır, kimin çalıştığı kimin çalışmadığı her yörede bilinmektedir).


Eğer bu elden geçirme işlemi yapılırsa solda birlik taban tarafından CHP'de sağlanacaktır. Yapılamazsa sol, darmadağın olacak, SHP tükenecek, DSP çizgisini sürdürecek ve CHP de umduğunu bulamayan küçük bir parti olarak Türkiye siyasetindeki yerini alacaktır.


SONUÇ

Dönemin iyi anımsanması için, o dönemde 23 ile 29 yaşım arasında içinde bulunduğum ve bizzat yaşadığım olaylardan aktarmaya çalıştığım bu notlarımı sizlerle paylaştıktan sonra artık 1994’e gelebiliriz.


Yukarıda aktardığım bilgiler ışığında 1994 yılına geldiğimizde, özellikle Ankara’yı ele aldığımızda, 27 Mart yerel Seçimi sürecinde Ankara’da şöyle bir yapı vardı:


SHP, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nde yaşanan ve “İSKİ skandalı” olarak adlandırılan kriz nedeniyle çok yıpranmış, CHP Deniz Baykal’ın Genel Başkanlığı’nda yeniden açılmış, Murat Karayalçın Ankara Belediye Başkanlığı’nı görev süresi tamamlanmadan erkenden boşaltarak SHP Genel Başkanı ve iktidar ortağı Başbakan Yardımcısı olmuş, Ecevit DSP’nin başına geçmiş, Cumhurbaşkanı Turgut Özal Ölmüş, Mesut Yılmaz ANAP Genel Başkanı olmuş, Demirel Cumhurbaşkanı olmuş, Tansu Çiller Başbakan olmuş.


1994 Yerel Seçimi’ne bu tabloda gidiliyor ve yukarıda uzun uzun resmetmeye çalıştığım tablo, seçimin sol açısından kazanılması için özelikle SHP ve CHP’nin kesinlikle bir işbirliğine gitmesini gerektiriyor.


Parçalı yapılar nedeniyle DSP’nin oyuna girmesi veya işbirliğine katılması gerekmiyor. CHP ve SHP işbirliği yetiyor.


Bu nedenle, o dönem CHP’deki aktivitem gereği sürekli Genel Merkez kadrolarıyla da iç içe olduğumdan, her aşamada, her noktada birlikte davranmamız gerektiğini ifade ediyordum.


Seçim öncesi;


SHP; ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümü'nden mezun, ODTÜ'de öğretim üyeliği görevinde bulunan ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanlığı yapan, KENT-KOOP YK Üyesi Korel Göymen’i aday gösterdi.


ANAP; Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun, ODTÜ’de Ulaşım Anabilim Dalı’nda görev yapmış ve yine ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nde dekan olan Prof. Dr. Rüştü Yüce’yi aday gösterdi.


İkisi de güçlü adaylardı ve ikisi de “sosyaldemokrat”tı.


RP; Keçiören Belediye Başkanlığı ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü yapmış olan İ. Melih Gökçek’i aday gösterdi.


Melih Gökçek de güçlü bir adaydı.


CHP; Eski Ankara Belediye Başkanı ve 19. Dönem Milletvekili, ODTÜ Mühendislik Fakültesi mezunu Endüstri Mühendisi Ali Dinçer’i aday gösterdi.


Ali Dinçer’in de Ankara için ismi çok değerliydi.


Böyle bir tabloda, seçimin Rüştü Yüce ve Korel Göymen arasında geçeceği öngörülüyordu, işin aslı Melih Gökçek’in kazanma ihtimali kimse tarafından öngörülmemişti.


İki güçlü yapı çarpışıyordu ve esasta ikisi de sosyaldemokrat yapıda adaydı.


CHP, o dönem halihazırda milletvekili olan Ali Dinçer’in aday gösterilmesi konusunda, akıldan uzak olarak değerlendireceğim bir şekilde ısrarcı davrandı.


Ali Dinçer 30 bin oy aldı, Korel Göymen yaklaşık 6.500 oyla kaybetti ve seçimi Melih Gökçek kazandı.


Ve sonuç hüsran oldu.





1994 seçiminde Ankara’yı Melih Gökçek alırken, İstanbul’u da %25,19 oyla benzer şekilde R. Tayyip Erdoğan kazandı.


“İşte her şey o gün başladı.” Cümlesinin sebebi bütün bu hikaye.


Ankara 1994 Yerel Seçim Seçim Sonucu


Refah Partisi

Melih Gökçek

393.623 oy - % 27,34


Sosyaldemokrat Halkçı Parti

Korel Göymen

387.152 oy - % 26,89

Fark 6.471 oy


Cumhuriyet Halk Partisi

Ali Dinçer

30.082 oy - % 2,09





59 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page