Yıllardır söylerim, “belediye başkanları, başında bulundukları şehir devletlerinin kralıdır” diye.
İlk defa aday oluyorlarsa, 40 yıldır, siyasi partiler yasasının sunduğu koşullarda antidemokratik parti yapılarında, adaylığı alana kadar, karar mercii olan genel merkezlerde genel başkan yardımcılarının tamamını gece gündüz sıkıştırırlar, odalarının kapısında kamp kurarlar, genel başkanların da paspaslarında yatarlar. Teşbihte hata olmaz.
Kutsal yeşil Işık
Seçildikten sonra 6 ay içinde, ellerinde bir “sihirli değnek” olduğunu fark eder ve içlerine “göklerden gelen yeşil ışık” girer, egoları tavan yapar.
O andan itibaren kutsanmış olurlar, il ve ilçe başkanları ile yönetim kurulu üyeleri artık esirleridir, delegeler marabalarıdır.
Ne milletvekili ne parti meclisi üyesi ne genel başkan yardımcısı takarlar ne de genel başkan.
Yanılmayın, genel başkanı takıyormuş gibi yaparlar.
Bunu yapmaları, bir dahaki seçimde tekrar paspasına yatmak zorunda kalmamak içindir.
Nihayetinde beş yıl çabucak geçer ve tekrar aday olma günü yaklaşınca o belediye başkanı;
Eğer çok başarılıysa,
Kazanacağını garanti görüyorsa ve kendisini güçlü hissediyorsa, kimseyi takmama durumu sürerken, genel başkana da yüksek perdeden tavır gösterir, “beni aday göstermek zorundasın, yoksa başka partiye geçer yine seçilirim, partin kaybetmiş olur” cakası satar, başarılı olduğunu düşündüğü halde tekrar aday gösterilmeyeceğini anlarsa mutlaka parti değiştirir.
Başarısızsa ve bunu kabullenmişse,
Kısır döngü yeniden başlar, il ve ilçe başkanı ile yönetimleriyle barışır, parti meclisi üyelerinin hepsini ayrı ayrı mercek altına alır, genel başkan yardımcılarının odalarının kapısına bağlanır, genel başkanla 5 dakika görünebilmek için bu sefer özel kalem müdürünün paspasında yatar.
Belediye Başkanı
Dolayısıyla, kim olduğundan bağımsız, isminin ne olduğunun önemi olmayan, “belediye başkanı” diye bir figür vardır ve o figür bir tür kraldır.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım genel tanımlamayı aklınızda tutmanızı isteyerek, yakın tarihte gerçekleşen 2019 yerel seçimi ve sonrasındaki gelişmelerle ilgili bir takım görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
2019 Kralları
2019 yerel seçiminde de krallar seçtik.
Seçim öncesinde; AKP’nin iktidar gücünün yerelden başlayarak kırılması, Türkiye’yi zora sokacak hedeflere ilerleyişinin durdurulması ve geriletilmesi amacıyla CHP ve İYİ Parti arasında zorlu geçen bir müzakere döneminin ardından, “işbirliği” adını verdiğimiz bir birliktelik kurduk.
Bu birliktelikle oluşturulan güce birçok ilde; Saadet Partili, Demokrat Partili, yer yer kısmen MHP’li seçmenin ve sol-sosyalist seçmenler ile Kürt seçmenlerin de katılımıyla, AKP’nin elinden alınan; Ankara, İstanbul, Antalya, Adana ve Mersin’in de bulunduğu toplamda 11 büyükşehir, muhalefet tarafından kazanıldı, CHP’nin eline geçti.
2017 referandumundaki “hayır cephesi”nin firesiz birlikte davranması konjonktürle birleşince bu başarı kaçınılmaz oldu.
Bu büyükşehirlerden özellikle Ankara ve İstanbul çok önemliydi.
Başlangıçta İstanbul’un kazanılması neredeyse hayal bile edilmezken, “Erdoğan İstanbul’u ne yapar eder alır, asla teslim etmez” denilirken, oluşturulan güç birliği ile tüm kesimlerin motive olarak dayanışma içerisinde çalışması ve İstanbul örgütlerinin de sandıklara tamamıyla sahip çıkabilmiş olması İstanbul’da başarı getirdi.
2023 Yolları
Seçim kazanıldıktan hemen sonra, 2023 seçimleri hedefe konuldu, “erken seçim” olacağı algısı ve goygoyuyla cumhurbaşkanı adaylıkları konuşulmaya başlandı.
Olası adaylar; Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’di.
Ancak, gerek partilerin iç dinamiklerini oluşturan yapıların heveslenmeleri gerekse AKP’nin yandaş medyasının köpürtmesi ve anket firmalarının sürekli iki ismi anketlerinde soruyor hale gelmesi nedeniyle, Ankara ve İstanbul belediye başkanları da aday potasına girdiler.
Mansur Yavaş son andaki çıkışı hariç, aday belirlenene kadar soğukkanlılığını korumayı başarırken, Ekrem İmamoğlu imalarla, açıkça ortaya koymadan, tekrar etmek istemediğim ama detaylarını bildiğiniz eylemleri ve söylemleriyle sürekli hissettirerek adaylığını gündemde tuttu.
Kazanacak aday
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener kendisinin aday olmayacağını ilan ettikten sonra iki belediye başkanının adaylıklarının, aralarında bir denge kurarak 3'lü adaylık sürecinin kurgulayıcısı oldu.
Bunu yaparken de “kazanacak aday” söylemiyle Kemal beyin olası adaylığının yıpranmasına sebep oldu.
Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinde; Kemalciler, Mansurcular, Ekremciler türedi.
Adaylıkların bir yılı aşkın bir sürede bu şekilde üçlü olarak gündemde tutulması cumhurbaşkanlığı seçim sürecine büyük zarar verdi.
1-0 geriden
Kılıçdaroğlu , adaylığı kesinleştiğinde maça 1-0 geriden başladı.
Sonuç itibarıyla, nedenleri bu satırlara sığmayacağı için yazmadığım, başka yazılarımla uzun uzun analizini yaptığım 28 Mayıs ikinci tur seçimi yaklaşık %48 oyla kaybedilmiş oldu.
Değişim
Seçimin ertesi günü sabahından itibaren de Ekrem İmamoğlu CHP’de, “değişim” kavramı üzerinden kendini merkeze koyduğu bir gündem oluşturdu.
Ekrem İmamoğlu kim?;
2014’te CHP Beylikdüzü Belediye Başkanı,
2019'da Kemal bey tarafından "babasından istenerek", hiç tanınmayan bir insanken kendisine imparatorlukların başkenti İstanbul’un altın tepside sunulduğu Büyükşehir Belediye Başkanı.
Kendi değerlendirmelerim ışığında Ekrem bey;
5 yıllığına aldığı görevi başarıyla sürdürmesi ve tekrarlaması gerekirken, genel başkanının önüne geçip cumhurbaşkanı olmaya kalktı ve seçime 2-3 ay kalana kadar süreci bloke etti,
Seçim sonucunda, “durumdan vazife çıkararak” genel başkan olmaya heveslendi. İstifa etmesi gerektiğinden, emanetçi bir aday ve kadroyla yürüme planı önerdi,
Sabırsız ve hazımsız davrandı,
"Ben" yüklü tavırlarla kamuoyunu baskı altına aldı.
Bana göre;
Bir belediye başkanının, getirildiği makamlardan elde ettiği güçle ve egoyla, 100 yıllık bir partiyi bloke etmesi doğru değil.
Bir belediye başkanının, süreci bu şekilde domine etmesi, reddedilmesi gereken bir davranış.
CHP kendi içinde örgütü ve üyeleriyle iç dinamiğiyle değişim sorununu çözer, çözecektir.
Bunlar zorlama hareketlerdir.
Ayrıca bu tavır; siyasi teamüllere de uymuyor, siyaset sistematiğine de uymuyor, siyasi ahlâk ve vefa kavramlarını da dışlıyor.
Halbuki sabırlı olsa üzerine aldığı görevi hakkıyla yapmaya çalışsa, zaman içinde kendiliğinden bu görevler açılacak, mutlaka göreve çağrılacaktır.
Benzer hatalar yakın siyasi tarihimizde vardır ve sonuçları hiç iyi olmamıştır.
Bu tür yöntemlerle yapılan baskılar ve acelecilik işe yaramaz.
Bana göre, her şeye zarar veriyor, başta da kendisine.
Sonuç itibarıyla yukarıdaki değerlendirmelerim doğrultusunda, Ekrem İmamoğlu’nu eleştiriyor ve “kral çıplak” diyorum.
Comentarios