Kitlenin dağılması için birincisi, AKP’den kopan Deva ve Gelecek Partileri ile Saadet Partisi’nin o tabana, güveni vermeleri, öbür taraftan da Cumhuriyet Halk Partisi’nin, güvenini, güvencesini, deneyimler ölçeğinde ve görünür hâle getirerek vermesi gerekiyor. Bülent Gürsoy yazdı
Öncelikle, politikyol ailesine ve dostlara merhaba diyerek başlamak istiyorum.
Önemli konuları kısa cümlelerle az sayıda sözcük ve karakterle ifade etmek zor.
Başaranları kutluyorum.
Ben de deneyeceğim.
Şöyle başlamayı tercih ediyorum: “Erdoğan kesinlikle çok güçlü bir siyasi lider.”
Bunu kabul etmeden, diğer analizleri yapmak zor.
Erdoğan; liderlik vasıflarını çok net olarak ortaya koyabilen, bunu yürütebilen, sürdürebilen, yani belli bir zaman kesitinde de kalmayan bir lider. Bu değerlendirmeyi hak etmesinin sebebi, kararlı olması.
Erdoğan’ın en büyük özelliği, bir konuda bir fikir oluşturduğunda, kararlı bir şekilde, verdiği kararın arkasında, yanında, yöresinde olan hiçbir adamını da harcamadan sonuca gidiyor olması.
Bir ekiple yol yürümek, adamını yedirmemek, harcamamak, onları her zaman ‘umut vererek’ sistemde tutmak siyasette çok önemlidir.
Siyasetçinin en büyük yeteneği umut vermektir.
Siyasetçi, umut verdiği sürece vardır.
Erdoğan umut vermeyi çok iyi başaran bir siyasetçi. Ekibinden hiç kimseyi; aç, açıkta, sokakta bırakmıyor. Bir görevden aldığı insan biliyor ki bir süre sonra ona ya bir başka görev verir ya da kızaktayken, hayatını sürdürecek şekilde gelir elde edebileceği bir işi de sağlar.
Bu olgu insanların her zaman için ‘güvence araması’yla ilgili bir durum.
Bizim gibi toplumlar gelecek kaygısı olan toplumlardır. Dolayısıyla her zaman bunlara ihtiyacımız vardır. Yılda 20-25 bin $, 30 bin $ gelirlere kavuşan ülkelerin insanlarının böyle bir derdi olmaz. Başkanlık, başbakanlık yapacak adam ararlar, ‘yahu sen yapsan’, ‘aman ben meşgulüm, sen yap’ modunda olurlar.
Ancak, bizde öyle olmuyor. Herkesin gelecek kaygısı var, paraya ihtiyacı var. Çünkü parada buluyor güvenceyi. O zaman da maaş, para, servet, arsa, arazi, mal, mülk, bunlar nereden gelecekse oraya yanaşıyor insanlar. Erdoğan, yandaşlarına ve hedef kitlesine, kendince uygun bulduğu oranlarda bunların hepsini sağlıyor.
Erdoğan’ın en büyük keşfi; milletimizin, ulusumuzun, halkımızın, bu kaygılarını biliyor olması ve dönüp dolaşıp bunların peşinde koşmak zorunda kaldıklarını görüyor olması. Bunu çok güzel kullanıyor. Bugüne kadar da iktidarını bu temel üzerinde yükseltti. Bunu yaparken pragmatik davranıyor: Dün öyle, bugün böyle, yarın şöyle, bunları yapabiliyor, iktidarını sürdürüyor, sürdürebildiğini gösteriyor, gösterdiğine de ‘burada olduğunuz sürece aç kalmazsınız, benimle berabersiniz’ diyor.
Erdoğan, orta kesimin elinde olan ekonomik varlığın ilerlemesini engelledi, sonrasında da bu varlığın, ‘kendi gelir ölçeğinde iyileştirme yaratacak şekilde’ alt gruplara dağıtımını sağladı.
Millet ‘eyyy’ falan demeyi de seviyor. Yani ‘bir liderimiz var ki şuna postayı bir koydu, vayyy helâl olsun’. Çünkü belli bir aydınlık evrenine, bilinç düzeyine tam olarak ulaşmış değiliz. Eğitimli insanımız çok gibi görünüyor olsa da sözünü ettiğimiz düzeye ulaşmış insanımız çok değil. Eğitimli olanlar zaten büyük oranda muhalifler. Onların dışındakiler ‘eyyy’den hoşlanıyor, ‘posta’dan hoşlanıyor. ‘Aslan liderimiz’ diyor, ‘çarptı koydu’ diyor. Hayatı da bir şekilde sürüyorsa mesele görmüyor.
Özetleyecek olursak, Erdoğan iktidara gelirken, önemli oranda oy deposu olan ve bir takım siyasi araçlarla da manipüle edebileceği; yoksul, varlıksız, güvencesiz, kaygılı, telaşlı, ezilmiş bir kitleyi, hedef kitle olarak seçti ve bu kitleyi kısa sürede arkasına alabildi. Sonrasındaki süreçte de söz konusu en alt kitlenin orta sınıfa yakın olan ikinci dilimini eline geçirdi.
Öncelikle, orta kesimin elinde olan ekonomik varlığın ilerlemesini engelledi, sonrasında da bu varlığın, ‘kendi gelir ölçeğinde iyileştirme yaratacak şekilde’ alt gruplara dağıtımını sağladı. Paralel olarak, muktedir olabilmek ve kılıcını keskinleştirmek için de bir yandan; asker, polis ve yargıyı ele geçirip iktidarını sağlama alırken, diğer yandan orta üst ve en üst grubun elindekilere el değiştirterek, gelir dağılımı piramidinin tepesinde 5 müteahhitle simgelenen yandaşlarına yer açtı.
Söz konusu kitle, tüm unsurlarıyla AKP ve Erdoğan’ın arkasında hâlen büyük ölçüde duruyor.
Bu duruş, Erdoğan’ın liderlik özellikleri ve yöntemleri dışında iki temel kavrama dayanıyor: Birincisi, bu kadar çöküntü içinde olmasına rağmen yine ‘ekonomi’. İkincisi de AKP’nin, tabanına kazanımlar diye anlatmaya çalıştığı, 28 Şubat kararları ve sonrasında yaşanan süreçlerde geri elde ettiklerini düşündükleri ‘din temelli kazanımlar’.
Bana göre böyle bir kazanç, kazanım ya da kayıp yok ama onlara göre büyük kazanımlar var. Bunu da kendi tabanlarına anlatıyorlar. ‘O kazanımları kaybedersiniz aman ha’ diyorlar, bir korkutmaca içindeler.
Ekonomiyi ele aldığımızda, seçmen bazında, yukarıda sözünü ettiğimiz ve ağlarla birbirine bağlı 18 milyon civarı insanın, hâlen evine barkına farklı farklı yapılardan; vakıflar, dernekler, başka birtakım organizasyonlar, kaymakamlıklar ve valilikler üzerinden yapılan aynî ya da nakdî yardımlar öne çıkıyor.
Bu organize yardımlar, kendi seçmenini ayakta tutuyor. AKP büyük bir ağ içerisinde ve herkesi üye olmaya da zorlayarak bunu yapıyor. O insanların büyük bölümü isteyerek veya istemeyerek AKP üyesi yapılmış durumda. Zihniyet olarak tam anlamıyla AKP’li olmasalar bile oradan besleniyorlar, vazgeçemiyorlar.
Erdoğan iktidara gelirken, önemli oranda oy deposu olan ve bir takım siyasi araçlarla da manipüle edebileceği; yoksul, varlıksız, güvencesiz, kaygılı, telaşlı, ezilmiş bir kitleyi, hedef kitle olarak seçti ve bu kitleyi kısa sürede arkasına alabildi.
Diyorlar ki ‘biz gidersek bütün düzeniniz bozulur, kimse size bunları vermez’.
O ağı da örgütlü bir biçimde, çok iyi bir şekilde koruyorlar.
Bunu nereden anlıyoruz?
Muhalif belediyelerin pandemi sürecinde yapmaya çalıştığı; yardımlar, bağışlar, saldırdıkları en büyük nokta oldu. Niye? Çünkü belediyeler bunu yapıyor ve başarıyor görülürse o kitle ‘yaa yok sizin dediğiniz gibi değil, siz gitseniz de bunlar bize bu şekilde bakabilir’ diyecek ve kopacak. Sürekli oraya saldırdılar.
Herhangi bir toplumsal sıkıntıda yapılan yardımlarda, ‘belediyeler yapmıyor biz yapıyoruz’ dediler. Afetler oldu, ‘onlar yapmıyor AFAD yapıyor’ dediler. Başka birtakım olaylarda ‘belediyelere izin vermeyiz, VEFA grubu yapar’ dediler. Yani belediye ekmek dağıtacak, ekmeğe engel oldular, çorba dağıtacak, çorbaya engel oldular. Kısacası muhalefetin, belediyeler üzerinden halkla ilişki kurmasına ve ilişkileri geliştirmesine fırsat vermemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Rakamsal olarak değerlendirdiğimizde ise destek ağı içinde olan 18 milyon seçmenin sürekli bir biçimde korunduğunu görüyoruz. O rakam da anketlerdeki AKP’nin oy oranına yansıyor. Bu rakam, 63 milyon seçmenden, seçimlere katılım yapan 53 milyonluk kısmının %34’ü ediyor.
İşte bu yüzden, Erdoğan’ın oyu belirli bir rakamın altına düşmüyor. Hâlen, parti olarak %32-35’lerde, kişisel olarak %42-45’lerde anılıyor.
Çözülme nasıl olur?
Bu kitle dağılır mı? Dağılabilir.
İki türlü dağılır: Birincisi, AKP’den kopan partilerin, DEVA ve GELECEK partilerinin ve Saadet Partisi’nin o tabana, ‘kardeşim kazanımlarınızı kaybetmeyeceksiniz’ garantisini ve güvenini vermeleri, öbür taraftan da Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Millet İttifakı’yla, İYİ Parti ile birlikte son yerel seçimlerde elde ettiği belediyelerin ‘kanıtlanmış’ uygulamaları doğrultusunda, ‘kardeşim bu sosyal yardımları ve bu destekleri de kaybetmeyeceksiniz’ güvenini, güvencesini, deneyimler ölçeğinde ve görünür hâle getirerek vermesi.
Bu iki noktada da ben başarı sağlanabileceğini düşünüyorum.
Bu anlaşıldığı anda diğer faktörlerle birleştiğinde AKP’nin o seçmeni kısmen AKP’den ayrılacaktır. Zaten hâlen kararsızların olmasının sebebi de biraz buna dönük bir beklentinin ya da düşüncenin oluşmasından diye düşünüyorum.
Bazen sorunların çözümleri basittir.
Basit anlatım yöntemleri belirlenmeli ve yukarıda belirttiğimiz noktaların kolaylıkla anlaşılması sağlanmalı.
Tekrar buluşmak dileğiyle, esen kalın dostlar…
Comments